Kırmızı Gül Demet Demet. Sevda Değil Bir Alamet (Balam Nenni Yavrum Nenni) Gitti Gelmez O Muhannet. Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni) Kırmızı Gül Her Dem Olmaz. Yaralara Merhem Olmaz (Balam Nenni Yavrum Nenni) Ol Tabipten Derman Gelmez.
Çiçek dilinde kırmızı gül her zaman aşk anlamına geliyor. Bir demet kırmızı gülün sembolü ise çok açık ve net: "Seni seviyorum" Bu nedenle kırmızı gül sadece kadınlara ve genç kızlara veriliyor. Bu gelenek, aşk tanrısı Afrodit ile özdeşleştiriliyor.
Anadır, alıyor veriyor, veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ''Kırmızı gül demet demet.
4. Kırmızı Gül Demet Demet. Erzurum yöresinde anasıyla yaşayan Mehmet, yetiştirdikleri ürünleri kervanla Revan’a götürüp satmaktadır. Mehmet her akşam, bahçelerinden derlediği gül demetini anasına getirir. Anası da gül demetlerini duvara asıp kurutur, yokluğunda onlara baktıkça oğlunu görür.
Livaneli'nin Kardeşimin Hikayesi'ndeki gibi kendimi bir sahil kasabasında ya da Ada'da içi kitaplarla dolu bir eve kapamak istiyorum. Sadece okumak, okumak, okumak. Dış dünyaya tamamen kendimi kapamak.
cash. en güzel türkülerden bir hikayesi dönmüştür yukarda bahsedilen o döndüğünü oğlunun karısını odasında başka biriyle birlikte sanarak yanındaki adamı o adam oğlunun ta kendisidir. ali kırca'nın habersiz türküler albümünde aşkın nur yengi'yle beraber söylemişliği de vardır bu mükemmel türkünün. kırmızı gül demet demet sevda değil bir alametbalam nenni yavrum nennigitti gelmez o muhannetşol revanda balam kaldıyavrum kaldı balam nennikırmızı gül her dem olmazyaralara merhem olmazbalam nenni yavrum nenniol tabipten merhem gelmezşol revanda balam kaldıyavrum kaldı balam nenni ayrıca ezginin günlüğü bunu çok güzel söylemiştir. yavuz bingöl'ün alamet kelimesini telaffuz edemediğini öğrendiğimiz türkü kızılırmak tarafından muhteşem yorumlanmış güzel türkü. insana otoyol kenarinda,kopru trafiginde cicek satan seyyar saticilarin dikkat cekmek icin bagirmalarini hatirlatan soz obegi.** ilkay akkaya'nın sesinden kızılırmak* yorumu dinlenesi olan en güzel türkülerden*... ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
6Beğen0Beğenme KIRMIZI GÜL DEMET DEMETKIRMIZI GÜL DEMET DEMET SEVDA DEĞİL BİR ALAMET BALAM NENNİ YAVRUM NENNİ GİTTİ GELMEZ OL MUHANNET ŞOL REVANDA BALAM KALDI YAVRUM KALDI BALAM NENNİKIRMIZI GÜL HER DEM OLMAZ YARALARA MERHEM OLMAZ BALAM NENNİ YAVRUM NENNİ OL TABİPTEN DERMAN GELMEZRitim 3/4 – 4/4 Yöre Erzurum Kaynak Muharrem Akkuş-Nida Tüfekçi Seslendiren Yavuz BingölEser bilgileri İnternet kaynaklıdır. Eser Hakları için MESAM kaynakları geçerlidir. Eserle ilgili düzenleme önerileriniz varsa lütfen yorumlarda belirtiniz.
Erzurum yöresine ait olan bu türkünün tıpkı sözlerinde olduğu gibi yaşanmış bir hikâyeden yola çıkarak yazılmış acı bir hikâyesi var. Araştırmalarıma göre bu türkünün iki tane bilindik hikâyesi çıkıyor karşımıza. Bir tanesini araştırmayı uygun bularak başladık türkü yolculuğumuza; Revan, bugünkü adıyla Erivan, yani günümüzde Ermenistan’ın başkenti… Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük ihtimalle 17. yüzyıl sonrası… Neden derseniz, Revan Osmanlı’nın önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Kervanlar gider gelir, mal götürüp, mal getirmişler… Mehmet de gidip gelen kervancılardan birisi. Anasının da tek balası’ Tek oğlu! Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar. Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, Revan da satıyor Mehmet. Bir de alışkanlığı var Mehmet’in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti. Sevgi, saygı sembolize ediyor. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana. Mehmet kervandayken onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor. Rüyaları hep Mehmet üstüne. Her defasında kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor. Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor. Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Son zamanlarda Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi, en sonunda da sayıklama, artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün, en geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama. Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Mehmet’i de Revan’da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Mehmet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Mehmet’in!. Bir tek Mehmet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan’da. Kalanlar perişan. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki. Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi… Ağır ağır Erzurum’a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler. Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor; ”Oğlum Mehmet’im nerede? Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı”. Sen sen ol da gel cevapla. “İlkin kusma başladı. Sonrada bir ateş, en son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Mehmet. Sonra, sonra bir çalının dibine gömdük onu”. Gel de söyle bunu. Söyleyebilirsen!. Hem de anasına… O ana deli olup dağlara düşmez mi? Avuçlarını göğe açıp, Rabbinden medet dilemez mi? Kırmızı gülün merhem olmasını istemez mi? Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Anadır, alıyor veriyor, veriyor alıyor. Oluru yok, diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor, olmuyor. Ver elini dağ yolları, dilinde türküsü, gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O’nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ”Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan’da balam kaldı. Yavrum kaldı”… diye diye söylenip dağ tepe dolaştığı söylenir ve Erzurum dağlarında yankılanır sesi günümüze dek…. Kırmızı gül demet demet Sevda değil bir alamet balam nenni, yavrum nenni Gitti gelmez ol muhannet Şol Revan’da balam kaldı yavrum kaldı, balam nenni Kırmızı gül her dem olmaz Yaralara merhem olmaz balam nenni, yavrum nenni Tabiblerde derman bulmaz Şol Revan’da balam kaldı yavrum kaldı, balam nenni Kırmızı gülün hazanı Ağaçlar döker gazalı balam nenni, yavrum nenni Karayağızın güzeli Şol Revan’da balam kaldı yavrum kaldı, balam nenni Bu yazarın toplam 34 eseri bulunmaktadır.
Kırmızı gül demet demet, Sevda değil bir alamet, Balam nenni, yavrum nenni Gitti gelmez ol muhannet Şol revanda balam kaldı, Yavrum kaldı, balam nenni... Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek... Varıp sormak gerek türküye ''Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni!. Yavrum nenni... Balam, nenni''. Bu demet demet gül hem de kırmızısından, sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil? Şöyle sarılı beyazlı, düz sarılı, **** gözü gibi, kırdan toplanmış papatyalar değil de, demet demet kırmızı gül? Onların sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat... Ama bir tek!. Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin, kır çiçekleri kadar zengin ve doğal, demiş olmazmısın? Ama senden iyisini bilecek değiliz ya!. Kırmızı gülü seçmişsin sen. Hem de demet demet... Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez' diyorsun. Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?. REVAN, bugünkü adıyla ERİVAN, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz, REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler... Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu!. Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor. Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var... Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik. ''Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için''. Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı. Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları. Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?. Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda. Gurbet elde baş yastığa gelende, Gayet yaman olur işi garibin, Gelen olmaz giden olmaz yanına, Bir çalıdır mezar taşı garibin. Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!. Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''. Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?. Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyan, nefes alan; nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yaşlı ölümü neyse ne! ''Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır, alıyor veriyor. veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ''Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı''... diye diye haykırdığını söylediler. Kırmızı gül demet demet Sevda değil, bir alamet Balam nenni, yavrum nenni, Gitti gelmez ol muhannet, Şol Revan'da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni, Kırmızı gül her dem olmaz, Yaralara merhem olmaz Balam nenni, Yavrum nenni, Ol tabipten derman gelmez Şol Revan ' da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni. Kırmızı gülün hazanı, Ağaçlar döker gazalı, Karayağızın güzeli Şol Revan ' da balam kaldı, Yavrum kaldı,
Erzurum Çoban Dere Köprüsü Hikâyelerimizin Müziği; Çocuk Gözüyle – 12 Işıksız gecelerde gökyüzü yıldızlarla kaplanır. Yanıp sönen milyonlarca deniz feneridir sanki her biri. Her biri; Yolunu kaybetmişlerin, kimsesizlerin, yalnızlığında kaybolup gidenlerin umut ışığı olur, konar gönüllere pervane misali… Döne döne uçar ateşe doğru pervane, bilir yanacağını, bilir küllenip külle, külde kalacağını. Yine de vazgeçmez aşkından, yine de yaklaşır boyuna… Yenilmez korkusuna, ölüm vız gelir ona… Daha daha diyerek uçar, adım adım sevgiliye koşar… Çıtırdar kanatları da geri dönmez, pes etmez, sesi duyulmaz, cismi görülmez olur… Dokundu mu ateşe bir kez, artık yanar yanar dumana boğulur, kül olup uçar, geldiği gibi savrulur… Çadır yaşamının en zoru gecelerdir, bitmek bilmez bir türlü. Çamura saplanmış yataklarda uyumaya çalışmak, ayazda titremeden oturmak, içilen birkaç kaşık çorbanın tadını bile alamadan tekrar acıkmak ve kurtulmayı ummakla geçer zaman. Düşünmek için çok vakit vardır. Gece ayazında düş kurmak da kâr etmez. Üşürsün, titrersin kat kat battaniyenin altında. Ne var ne yoksa yakılır mangalda, ama vız gelir gecenin ayazına… Mangal ateşi harlandıkça çevresinde uçan pervaneler çoğalır… Kokusu gelir yandıkça, bilemezsin yanan kimdir, yakılan yürekler midir usulca… Kokusu baygın gaz lambası… Çadırların önlerinde birer gaz lambası asılır. Tek ışık kaynağı, tek aydınlık bu gaz lambalarıdır. Öyle derin bir kokusu vardır ki, insanın içini bayar, uykusunu getirir… Hala ne zaman bu kokuyu duysam ilk aklıma, o çadır önü geceleri gelir… Pırıl pırıl bir Nisan gecesiydi, “ Bu gece kuyruklu yıldız çıkacakmış” dedi biri. Merak ve korkuyla beklemeye başladık, “ Acep ne ola ki” dedi başka biri. “ Uğursuzluktur, bir felaket daha gelecek başımıza “dedi, yaşlıca biri. Daha bir korktuk. Karanlıkta ellerimizin altındaydı adeta gökyüzü… Toplanıp mangalın kenarına beklemeye başladık… Başlarımız havada… Işıltılarını izledik yıldızların, yanıp sönerek bize mesaj gönderiyorlardı, korkmayın yalnız değilsiniz, uzaktayız biz, ama siz yüreklerimizdesiniz… Gecenin sessizliğinde bir bağlama sesi geldi kulaklarımıza, kuyruklu yıldız yoktu görünürlerde ama ince yanık bir türkü duyuluyordu… Arif abiydi bu. Elinde bağlama, her zamanki taşının üzerinde bağdaş kurmuş, söylüyordu… Erzurum “Muharrem Akkuş – Nida Tüfekçi” Kırmızı Gül Demet Demet Sevda Değil Bir Alamet Balam Nenni Yavrum Nenni Gitti Gelmez O Muhannet Şol Revanda Balam Kaldı Yavrum Galdı Balam Nenni Kırmızı Gül Her Dem Olmaz Yaralara Merhem OlmazBalam Nenni Yavrum Nenni Ol Tabipten Derman Gelmez Şol Revanda Balam Kaldı Yavrum Galdı Balam Nenni Kırmızı Gülün Hezeli Ağaçlar Bekler Gazeli Balam Nenni Yavrum Nenni Karayağızın Güzeli Şol Revanda Balam Kaldı Yavrum Galdı Balam Nenni Gece, ayaz ve ayrılık türküsü… Gökyüzündeki yıldızlardan gayrı kimsesi olmayan, yaşamak için direnen bir avuç insan; Ağlıyordu… Felaketin üzerindeki açlığa, sefalete ayrılığın hüznü de eklenince acı katmerlenmişti, yanıyordu ocak olmuş yüreklerde, tütüyordu dumanı kimsenin görmediği umut meşalesinde… Arif abi yanımıza geldi, helallik istedi kim var kim yoksa. Sabaha teskere almak için Kütahya’ya dönüyordu… Ben gitmedim yanına. Öylece durdum, hiç kımıldamadan. Mangalın başında, gözlerimi dikip ona baktım öylece yalnızca… En son benim yanıma geldi ”Ne haber askerlik arkadaşım” dedi, güldü. Gülmedim ben. Ağlamadım da. Çömeldi, boyunu boyuma yaklaştırdı ve “Sana bir hikâye anlatayım mı?” dedi. Başımı salladım, evet misali… “Gel öyleyse oturalım yerlerimize” dedi. Oturduk. “Hani az evvel söylediğim türkü var ya, işte onun hikâyesi…” Dinle hele” dedi… Dinledim. Ali diye bir oğlan varmış zamanın birinde… Savaş patlak vermeden evvel gönül vermiş bir güzele, evlenmiş ve evliliğinin daha kırkı çıkmadan askere çağrılıvermiş. Ali sevdiği ile anasını baş başa bırakıp gidivermiş askere… Askere gitmesinden epey bir süre geçtikten sonra savaşın bittiği haberi gelmiş köye, Ali’nin anası ile sevdiği mutluluk sarhoşu olmuşlar. Ali’nin içinde bulunduğu grubun şehre dönüş tarihi belli olunca da anası ve karısı başlamışlar hazırlığa. Ve o gün geldiğinde anası demiş ki “Kızım ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oğlumu sende hazırlıkları tamamla evde” ve tren istasyonun yolunu tutmuş sabahın köründe. Başlamış beklemeye. Bir tren gelir biri gider ve oğlan gelmezmiş. Anası hava kararıncaya kadar beklemiş ama oğlan gelmemiş. Umudunu kesen ana, evin yolunu tutmuş. Eve geldiğinde gelinin odasından sesler işitmiş, kapıya yanaştığında içerde bir erkek olduğunu anlamış yaşlı kadın. Ama kulağı iyi duymaz olduğundan anlamamış kimdir nedir? Bizim Anadolu’nun anası namusunu kirli bırakır mı? İçerden tüfeği kaptığı gibi odaya dalıvermiş ve yorgana doğru boşaltmış mermileri. Ortalık kan gölüne dönmüş. Bu arada yorgan sıyrılıvermiş yatağın üstünden. Birde ne görsün, iki yıldır askerde olan oğulcuğu ile ona gözü gibi bakan gelini yatağın içindedir… Meğerse anası istasyonda beklerken az gören gözleriyle görememiş oğlunu, oğlanda koştura koştura eve gitmiş ve sevdiceğini yalnız bulunca dayanamamıştır. Bundan sonra ana zaten az olan aklını da yitirip yollara düşer ki ağzında bir türkü; Kırmızı Gül Demet Demet… Ayrılanlar, bağrı yananlar için söylene gelmiştir bu türkü gel zaman git zaman… Hasreti çeken bilir çekmeyen ne bilsin… Acı, ancak biley taşında bilendikçe azalır… Nasıl ki başak ezildikçe değirmende, un olup aşımıza katık olduysa ekmek; İnsanoğlu da öyle pişecektir hayat fırınında… Her kıssanın hissesi bellidir… Anlayan anladığıyla kalır, anlamayan zaten hiçbir zaman anlamayacaktır…
kırmızı gül demet demet hikayesi kısaca