Şunu iyi biliniz ki: Ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve günahlardan en çok korunanınızım. Bununla beraber bazan oruç tutarım bazan tutmam. Her kim benim bu yolumdan gitmez de ondan yüz çevirirse benden değildir.” buyurdu..( Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 1.) Bu ayetler ve hadis-i şerifler bize iki
PeygamberimizdeAllah sevgisi zirvede olduğu halde “Allah’tan en çok korkanınız benim” buyurmuştur. Çok az insan için farzları, sünnetleri ve müstehapları yapmak, mekruh ve haramlardan kaçınmak sadece Allah sevgisi ile mümkün olabilir. İnsanların çoğunluğu için Allah’a ve yaratılmışlara karşı görevini yerine
Allaha yemin ederim ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok takvâlı olanınız bulunuyorum. Bununla beraber ben oruç tutarım, oruçsuz bulunurum, nafile namaz kılarım, (gecenin bir kısmında) uyurum, kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim, hayât yolum budur.) Her kim benim bu sünnetimden (hayât yolumdan
EMLAK- Artaş'tan iki yeni proje; (Allahü teâlâdan en çok korkanınız ve çekineniniz, benim) buyuruyor. Bu hadis-i şerif ve yukarıda başında yazılı olan (Suheyb) hadisi, Allah
ALLAHCC tan en çok korkanınız ben olduğum halde,bazılarına ne oluyorda benim yapmakta olduğum şeylerden imtina ediyorlar.. uyarısına muhatap düşme durumu vardır Bu benim değil hadislerin hükmüdür. Başarı Allah'tandır. Allah'tan sıhhat ve afiyet dileriz. - - - - - Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.Öyle
cash. Yazılar / Tarih 24 Haziran 2011 Saat 1026 / Yüce Rabbimiz buyuruyor “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[1] Yani Allah katında alimler önemli ve değerlidir. –Neden? Âlimleri değerli kılan nedir? Bu sorunun cevabını da yine Yüce Rabbimiz vermektedir -“Çünkü kulları içinde Allah’tan gereğince korkan, Allah’ı layıkıyla seven, sayan ancak ve ancak âlimlerdir.”[2] Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz “Sizin Allah’ı en iyi bileniniz benim, dolayısıyla Allah’tan en çok korkanınız da yine benim!”[3] buyurmuşlardır. Ebu Hanife’ye isnad edilen şazz bir kıraatte, Allah lafzı merfu okunur ve mana şöyle olur “Allah cc, sadece âlim kullarına saygı duyar, yani değer verir.” Bu izahlarda insanları hakir görmek değil, herkesi ilme ve âlim olmaya teşvik etmek hedeflenmiştir. ÂLİMLER PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİR. Ebû’d-Derdâ da diyor ki Ben Allah’ın Peygamberinden işittim; buyurdular ki “Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için, kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin Âbid’ten ibadet edenden üstünlüğü, ay’ın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük bir pay almış demektir.“[4] “Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.[5] Âlimim diyen, bildikleriyle yetinen cahil kalır. Cahilim diyen, bildikleriyle yetinmeyen ve ilim yolunda koşan da âlim olur. Peygamberimiz buyurmuşlar ki “İlim hazinedir. Anahtarı ise soru sormaktır. Öyleyse Allah size merhamet etsin sorun. İlimde üç kimse mükâfatlandırılacaktır. Söyleyen, dinleyen, tutan.”[6] “Malikî mezhebinin dışında kalan her üç mezheb köpeği “necisü’l-ayn=tam necis” kabul eder. Yani köpek bütünüyle necistir, pistir, derler. Dolayısıyla evlerde bulunması doğru değildir. Ancak köpek kelb-i muallem olursa yani kendisine av avlama öğretilmiş ve koyunları bekleme eğitimi verilmişse böyle bir köpeğin ağzına alıp getirdiği av yenir. Sürtünüp dolaştığı yerler temiz kabul edilir ve evde bulunması sakıncalı olmaz. İmam Fahruddin Razî bu hususu şöyle yorumlar “Bir köpek bile ilimden sadece av avlama işini öğrenir ve necisülayn olmaktan çıkarsa, hatta bir evin aile fertlerinden biri haline gelirse, ilim öğrenen insanın nasıl zirvelere ulaşacağını varın siz kıyas edin.”[7] İlmin azalması ve kalkması kıyametin alametlerinden sayılmıştır. Şöyle ki “İlmin kalkması, cehaletin her yerde görülmesi, zinanın yaygın hale gelmesi, içkinin içilmesi… kıyametin alametlerindendir.”[8] Bu dehşetli ortamlardan kurtulmak için ilme ve âlimlere şiddetle ihtiyaç vardır. HER ON SEKİZ KİLOMETREDE BİR ÂLİM Mescid-i Haram’da insanlara vaaz veren bir âlimden dinlemiştim. Diyordu ki “Her on sekiz kilometrede bir âlim bulundurmak şeairdendir. Yani olmazsa olmazlardandır. Bu âlimleri bulundurmak, kollamak, korumak Müslümanların boynunun borcudur.” Hadis-i şerifte “İnsanlara iyiliği ve güzel yolu öğreten âlim ölünce göğün kuşları, yerin hayvanları ve denizlerin balıkları ağlar.”[9] buyurulmuş. Aleyhissalatu vesselam yine buyurmuşlar ki “Allah’ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun. Senin halifelerin kim ey Allah’ın Rasûlü? Demişler. Buyurmuş ki benim sünnetimi ihya eden, yolumu ve ahlakımı Allah’ın kullarına öğreten âlimlerdir.”[10] “İslam’ı ihya etmek için İlim peşinde olan her kime ölüm gelirse, cennette onunla peygamberler arasında sadece bir derece kalır. Peygamberlik makamına bu kadar yaklaşmış olur.”[11] “Bir İslam âlimi, bin tane ibadet eden abidden şeytana daha büyük sıkıntı verir.”[12] Onun için şeytanın en nefret ettiği kimseler âlimlerdir. Çünkü onları kolay kolay tuzağa düşüremez. Kötü emellerine âlet edemez. İLMİNÜSTÜNLÜĞÜ Şeyh Sadi Şirazî’nin Bostan ve Gülistan’ında şöyle bir kıssa vardır Âriflerden biri, tekkede arkadaşlarıyla yaptığı sohbeti ve arkadaşlığı bırakarak medreseye geldi. Dedim “İlim adamıyla kendisini dîne veren insan arasında ne fark vardır ki ibâdetle meşgul olanları bırakıp ilimle meşgul olanların arasına katıldın?” Dedi ki “İbâdetle meşgul olanlar Gemisini kurtaran kaptandır’ diyenler gibi dalgalar arasından kilimini kurtarmaya çalışır kendisini düşünür. Bu berikiler yani kendisini ilme verenler ise denize düşüp boğulmak üzere olanları kurtaranlardır.” Aslında tekkeyi ve medreseyi birbirinden ayırmamak lazımdır. Tekkede medrese, Medresede de tekke olmalıdır. Yani tekke ilimsiz, medrese takvasız olmaz. Olmamalı. İlim yapıyorum diye beş vakit namaz terk edilmez. İbadet edeceğim diye de ilim ihmal edilmez. ULÜ’L-EMR Yüce Rabbimiz, âlimlerin yerini ayette üçüncü sırada gösteriyor ve şöyle buyuruyor “Allah’a itaat edin, Rasûlüne itaat edin, bir de sizden olan ulu’l-emre itaat edin.”[13] Razi, ayette geçen ululemrden maksadın, en doğru görüşe göre âlimler olduğunu söylemekte ve şu fetvayı vermektedir Meliklerin hükümdarların âlimlere itaati vaciptir, ama âlimlerin yanlış icraatta bulunan meliklere itaati vacip değildir. [14] Çünkü âlim, ilmi; sultan dünyayı temsil ediyor. İlmin dünyadan üstün olduğu da inkâr edilmez bir hakikattir. BİR ÂLİM İÇİN EN BÜYÜK AZAP Ebu’l-Esved ed-Düelî demiş ki “Bir alime azap çektirmek istiyorsanız onu cahillere kadirbilmezlere arkadaş edin.” İşte böyle kadirbilmezlerin arasına düşen alimlerden biri de Ruhu’l-Beyan tefsirinin sahibi İsmail Hakkı Bursevî’dir. 1137/1725 Tefsirini 23 senede tamamlayan bu zat, halden anlamayanların, kadirbilmezlerin kötülemelerine, iftiralarına ve su-i zanlarına maruz kalmış, çok üzülmüş ve şu sözü söylemeye mecbur kalmıştır “Nasıl kurtulur o insanlar ki Allah onlara nasihat eden, ders yapan bir arkadaş vermişken; onlar onu kendilerine toslayan bir boynuz zannetmişler, ondan kurtulmanın gayreti içine girmişlerdir.” HOCASININ ELİNİ ÖPMEK İSTEYİNCE Muhyiddin Arabi ders aldığı hocasının elini öpmek istemiş. Hocası öptürmek istememiş. Muhyiddin israr edince, hocası -Evladım, bizim dinimizde el-etek öpmek yok, bilmiyor musun? Deyince Muhyiddin -Hocam sizin vazifeniz elinizi öptürmemek, benim vazifem de ne pahasına olursa olsun size saygı duymak ve elinizi öpmektir. Çünkü sizin benim üzerimdeki hakkınız ödenmez.” diyerek bir gerçeği ortaya koymuştur. Üstad Bediüzzaman da “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” demiştir. Demiştir ama böyle dediği için de milyonlarca insan tarafından beğenilmiş ve takip edilmiştir. Herkes kendisine yakışanı yapmıştır. Mevlana Cami’nin hacca giden talebelerinden bazıları, hacdan sonra hocalarını ziyarete gelmişler -Efendi Hazretleri, demişler, hacca gitmeden önce sizin anlınızda bir nur görüyorduk, şimdi onu göremiyoruz. Yoksa bizden sonra size bir hal mi oldu? Mevlana Cami -Evet bir şey oldu ama evlat, bana değil, galiba size bir şeyler oldu. Siz, benden aldığınız ilim, irfan ve feyizle bir noktaya geldiniz. O aşk ve heyecanla hacca gittiniz. Gittiniz ama bununla beraber ucup hastalığına yakalandınız. Kendinize ve amelinize güvendiniz. Yani kendinizi hocanızdan daha büyük, daha doğru görmeye başladınız. Bu ucup ve gururunuzdan dolayı daha önce görmüş olduğunuz nuru artık göremez oldunuz. Allah, heva ve hevesten, havalara girmekten, feyiz kaynağını, vel-i nimetini, her yanıldığında doğruları söyleyecek âlim vezirini unutmaktan ve unutulmaktan bizi korusun. Vehbi Karakaş / Risale Haber [1] Zümer, 39/9 [2] Fatır, 35/28 [3] Bkz. Müslim, Sıyam, 79 [4] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19; İbn Mace, Mukaddime,17. [5] Seyûti, el Câmiu’s saiğr, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, nr. 139. [6] El-Maverdî, Ebu’l-Hasen, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, 54 [7] Fahrurrazî, Tefsir’l-kebir, II, 193-194 [8] İbn Mace, Kitabü’l-Fiten, 25 [9] Fahrurrazî, Tefsirü’l-Kebir, II, 180 [10] Aynı yer [11] Aynı yer [12] Tirmizî, V, 48 [13] Nisa, 5/59 [14] Razî, I, 179
Diyanet’in yayınladığı “Hadislerle İslam” eserinin 4’üncü cildinde şöyle iki hadise yer verilmiş“Peygamber ocağında yetişen Enes b. Mâlik”in bize anlattığına göre, ibadete düşkün üç sahâbî Allah Resûlü”nün gece ve gündüz yapmış olduğu nafile ibadetleri öğrenmek üzere onun evine geldiler. Belli ki Peygamberimizin bütün Müslümanlarla birlikte eda ettiği farz ibadetler dışında evinde iken Rabbine kulluğunu nasıl arz ettiğini merak ediyorlardı. İnananlara örnek olması bakımından aile yaşantılarını dahi gizlemeyen annelerimizden Peygamberimizin ibadet hayatı hakkında bilgi alınca bunun kendilerine az geleceğini düşündüler ve “Biz nerede, Peygamber nerede? Şüphesiz Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!” dediler. Bu sebeple içlerinden biri, “Ben bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım!” dedi. Diğeri, “Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz günüm geçmeyecek!” dedi. Üçüncüsü ise, “Ben de hanımlardan ayrı yaşayacağım, evlenmeyeceğim!” diyerek söz verdi. Onlar bu sözleri söylerken Resûlullah sav çıkageldi ve şöyle buyurdu “Şöyle şöyle söyleyen sizler misiniz? Allah”a yemin ederim ki, ben sizin Allah”tan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmam. Gecenin bir kısmında nafile namaz kılar, bir kısmındaysa uyurum. Ben, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” B5063 Buhârî, Nikâh, 1.“Peygamberimizin sütkardeşi olan Osman b. Maz”ûn da benzer bir ruh hâline bürünerek dünyadan el etek çekmeye karar vermişti. Hatta kendisini ibadete öylesine adamıştı ki, bakımlı bir hanım olan eşi Havle”yi bile gözü görmez olmuştu. Havle”nin dağınık ve mutsuz görünümü Peygamber Efendimizin dikkatini çekince Hz. Âişe”ye bunun sebebini sormuş, o da eşinin bütün günü oruçla ve bütün geceyi namazla geçirmesinden dolayı Havle”nin, eşi olmayan bir kadın gibi kendini bıraktığını anlatmıştı. Bunun üzerine de Peygamber Efendimiz Osman”ı yanına çağırarak, “Yoksa benim hayat tarzımdan yüz mü çevirdin?” diye çıkıştıktan sonra inananları dengeli bir hayata çağıran şu cümleleri tekrarlamıştı “Ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Allah”tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirinin senin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut, bazen tutma, biraz namaz kıl biraz da uyu!” HM26839 İbn Hanbel, VI, 267 iki hadis, yine dini kaygılarla “Peygamber’den daha çok Müslüman olma”ya yönelen ve hayatın normal akışını değiştirmeye kalkışan insanlara “Dinin önderi”nin yaptığı uyarılardır.“Dinin ana kitabı” Kur’an da, bir başka çizgi dışı yönelişe “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.” Münafikûn, 9 diye ikazlar getirir. Yine Kur’an “Ticaretin, alışverişin, kendilerini Allah’ın zikrinden, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyamadığı adamlar...”ı tebcil eder. Nur, 37Din ile ilişki bu iki uç arasında bulunan dengedir. Kur’an’da sıklıkla “akletme”ye, “tefekkür”e, “tedebbür”e “Düşünme”ye çağrı vardır. Bunlar her davranışında insanı “Denge”de tutan ile ilişkide duygu önemlidir. Dindarlığın önemli bir kısmı duygu ile ilişkilidir. Ancak duygu alanı kolay kontrol edilemez. “Kalbi hayat” duygu yoğunluklu bir hayattır. Kur’an kalbin Allah zikri ile doyurulmasını öğütler. Bununla birlikte Hazreti Peygamber “Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzerinde sabit kıl” diye dua eder. Evrilip çevrilme duygu dünyasının hareketliliği ile ilgilidir.“Kalb eğitimi” İslam tasavvufunun en önemli eksenidir. Kalb eğitimi, bir yandan “Kalbin Allah zikri ile doyurulması” sürecini ifade eder, diğer yandan da “duygu dünyasının zaptu rabt altına alınması” demektir. Tasavvufta bu yolculuğun adı “seyrü sülûk”tur. “Mürşid, şeyh” gibi sıfatlarla anılan rehber kişiler, bu yolculuğun sağlıklı ilerlemesini temin sorumluluğundadırlar. Ben onlara bir tür “Ruh tabibi” tanımlamasını yaparım. İnsan psikolojisini bildikleri farz çok eskilerde dergâh diye bilinen ortamlarda birebir ilişki ile böyle bir kalp eğitimi sağlanmış da bu ilişkiler çok çok uzaktan sağlanır hale gelmiş, tasavvufi ekoller bunu “kalbi bağlılık” anlamına gelen “Rabıta” ile gerçekleştirme yolunu tutmuşlardır. “Şeyh” ile kurulan kalbi bağın, bir tür eğitim etkisi yapacağı “Rabıta”nın bile riskli alanlara yönelme ihtimali vardır, bu sebeple o da ayrı bir terbiyeyi halükârda ince bir çizgi üzerinde yürüyüştür kalp dünyasındaki James’in Türkçe’ye “Dinsel Deneyimin Çeşitleri” diye çevrilen eserinde Hristiyanlıktaki “Azizlik” üzerine yaptığı değerlendirmede ilginç bir tespitine rastladım“Azizlerin yaşamında, teknik ifadeyle, ruhsal yetiler güçlüdür, burada aşırılık izlenimini veren şey zihnin diğer yetilere kıyasla kusurlu olmasıdır. Diğer ilgi nesnelerinin çok az ve zihnin çok dar olduğu durumlarda ruhsal coşku patolojik biçimler alır.” duygular, buna karşılık kusurlu zihin yapısı. William James bunu “teopati” olarak uzatmamam gerekiyor Onun için “Ruhsal coşkunun patolojik biçim kazanması riskine karşı teyakkuz” hayati önem taşıyor. Çünkü patolojik zeminde hangi facialarla yüz yüze kalınacağı tahmin edilemiyor.
Hz. AiÅŸe radıyallahu anhâ anlatıyorHz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, ruhsat ifade eden bir amelde bulunmuÅŸtu. Bazılarının bundan kaçındıklarını iÅŸitti. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir hutbe okudu. Âdeti vechile Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senâda bulunduktan sonra şöyle buyurdu"Allah için söyleyin, bazıları benim yaptığım ÅŸeyi beÄŸenmeyip, kaçınıyorlarmış, doÄŸru mudur bu? Allah'a yeminle söylüyorum, ben Allah'ı onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah'tan duyduÄŸum korku da onların duyduklarından çok daha fazladır." BuhârÃ, İ'tisam 5, Edeb 72; Müslim, Fedâil 127Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor"Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm'in zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın evdeki ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kim, biz kimiz? Allah onun geçmiÅŸ ve gelecek bütün günahlarını affetmiÅŸtir bu sebeple ona az ibadet de yeter' biri 'Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım.' dedi. İkincisi 'Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiçbir gün terketmeyeceÄŸim.' dedi. Üçüncüsü de 'Kadınları ebediyen terkedip, onlara hiç temas etmeyeceÄŸim.' dedi.Bilâhere durumdan haberdar olan Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm onları bularak 'Sizler böyle böyle söylemiÅŸsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun, Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna raÄŸmen, bazen oruç tutar, bazen yerim; namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. Benim sünnetim budur, kim sünnetimi beÄŸenmezse benden deÄŸildir.' buyurdu." BuhârÃ, Nikah 1; Müslim, Nikah 5
allah tan en çok korkanınız benim